Bir zamanlar fazlaca telaffuz edilirdi. Acı da olsa vatan kabul edilmesi gereken bir yer. Yani bildiğin gurbet. Yetiştirdiğin tahılın yalnızca karın doyurduğu köylerden ve bulduğun işin yalnızca ekmek parası getirdiği şehirlerden binlerce, daha sonra yüzbinlerce insanın isteyerek gittiği, istemeyerek kaldığı gurbet. Almanya, acı vatan.
Geçenlerde, 1961 Almanya-Türkiye İşçi Kabulü Antlaşması’nın 60. yılı kutlandı. Kutlandı diyelim de “acı vatan” ın “vatan” kısmına ayıp olmasın. Belki de artık gerçekten de kutlanası bir şeydir…
Bugünlerde bir de böyle bakayım dedim. Böyle bakmak, bir zamanlar sıklıkla acı vatan diyenlerle değil de bugünlerde aklı yetmeye başlamış son nesille konuşulması gereken bir mesele.
Yıllardır gidip geldiğim Almanya’da her defasında birilerine “burası size göre nasıl” diye sorasım olmuştur. Ama hiçbirinde bunu yapmaya cesaret edemedim…belki de ayıp olur diye. Akraba ziyareti yaparken bizi mi sorgulamaya geldin denmesinden…
Şimdilerde ayıp olmasını umursamayacak kadar bilimsel düşünmek gerektiğine inanan ben, bu eski soruyu canlandırma cesaretini gösterebilirim…
20’li yaşlarındaki genç, soruya şaşırıyor. Anlamlandırmaktan korktuğu hayatı ya da yaşadığı ülkeye bir anlam yükleme şaşkınlığı, hatta belki de korkusu mu?…ya sonuç anlamsızlıksa…ya da arzulanmayansa..
Utanma duygusunu bir kenara koymuş ben, konuşmasının yolunu açmaya çalışıyorum…”yani sana Almanya mı daha yakın geliyor Türkiye mi” diye soruyorum. “Almanya daha yakın geliyor” diyor. Ama Türkiye’ye gitmiyor musun, gidince ne hissediyorsun” diyorum. “Türkiye tatil için iyi bir yer” diyor.
Acı vatan diyen nesilden kime sorsam, bu yeni neslin artık Almanya’yı vatan bellediğini söylüyorlar. “Bunlar bizden sonra, Türkiye’deki köylerimize ve evlerimize de gitmezler” diyorlar. Aslında bu sözleri ben, bir endişe ifadesinden ziyade, gerçeğin tespiti olarak algılıyorum.
Buralara bir süreliğine gelmiş, hala biraz dışardan bakabilen biri, “yeni nesil için ben artık ‘Almanlar’ diyorum, zira davranışları, iş disiplinleri benzeşmiş” diyor. “Ama arada Türkiye’ye gidenler var, peki Türkiye nedir onlar için” diyorum. O ise, “gittikleri gördükleri yer ya ana-babalarının ya da dedelerinin-ninelerinin doğduğu köy ya da birkaç tatil yeri, geriye kalan Türkiye onları için ne ifade eder ki” diyor.
Doğmadığın ve yaşamadığın yer senin vatanın olmuyor mu acaba? Birileri sana “işte yavrum orası senin vatanın” deyip dursa bile mi? İnsanoğlu dinleyen değil de yaşayan bir varlık olduğuna göre, yoksa cidden haklı mı bu dışardan bakanın gözlemi?
Bu, ABD’den bildiğimiz, on nesil gerisini sayan ama kendini Amerikalı bilen türden bir nesle gidiş mi? Birgün “beş nesil önce, büyük büyük büyük dedem Türkiye’den gelmiş” muhabbeti yapan nesle doğru mu gidiliyor?
Hamburg’da, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’nin başkanını dinliyorum. Önceden özgeçmişine baktığımdan, çıkışta “isminiz Alman ama Güney Afrikalı olduğunuzu görüyorum” diyorum. “Evet ben Afrikalıyım, 1700’lerde dedelerim buralardan Afrika’ya göçmüşler” diyor. “Ben Afrikalıyım” diyen sarışın ve adı hala Alman yargıç. Belli ki, Güney Afrika onun için acı vatan değil de “yeni vatan”.
“Eski vatan” dan bakınca ise, bir zamanlar var olan yokluk dönemlerinin yüzlerde açtığı çizik, tümden iyileşip kaybolana kadar daha uzun süre görülmeye devam edecek. Ama en nihayetinde neredeyse tümden kaybolup gidecek.
Yücel Acer