Şüphesiz son yüzyıl Müslümanlar açısından bir fetret yani boşluk çağıdır. Bu çağın özünü ve muhtevasını başkaları doldurmuştur. Nübüvvet ve nübüvvete bağlı yapılar ve yönetimler tarafından fevt edilmiştir. Bu yüzden de devreden çağ, fetret veya nim fetret ve bir nevi fetret dönemi olanak anılmıştır. Başka bir tabirle bir boşluk yüzyılıdır. Nadas yüzyılıdır. Elbette bunda da hikmetler vardır. Enerji toplama ve biriktirme yüz yılı olarak da değerlendirilebilir. Bu menhus çağda Müslümanlar her yerde büyük zulümlere katlanmışlardır. Bu zulmün merkezinde Filistin ve çevresi yani Suriye gibi ülkeler yer almıştır. Lakin zulüm her yere ve yöne bulaşmış ve değmiştir. İslami sistem gidince zulüm pozitivizm rüzgarlarını da arkasına alarak merhametsiz ve tanrıtanımaz iktidarlar doğurmuştur. Seyid Kutup ve Muhammed Kutup bu dönemi cahiliyet dönemi olarak tanımlamıştır. İslam alemi istibdatın her çeşidini, türlüsünü yaşamıştır. Sütün son türevi gibi İslami değerlerle ilişkisini kesen, bozulan düzenler en koyu istibdadı üretmiştir. İslam’ın yokluğunda Müslümanların üzerine Yahudiler ve Nuseyriler gibi batini azınlıklar çökmüştür. Şimdi 4 Mart 2025 tarihi itibarıyla bir gün dönümü yaşanmış ve İslam’ın siyasi erkine veda edeli tam 102 yıl olmuştur. Hilafet yılkınca Müslümanlar dünya sisteminin dışına itildiler. Adeta asrın yetimleri haline geldiler. O nedenle bir İsrail ile bile baş edemiyorlar.
Hilafet denilince üç ayaklı bir sistem akla gelmektedir. İlki, beydatü’l İslam boyutu. Ya da İslam’ın havzası ve coğrafyasıdır. Bir başka ifadesiyle daru’l İslam. Bu bölge Müslümanların mahremi ve ecnebiler için de namahrem sayılır. İkinci rükün ise ümmettir. Üçüncüsü ise temsili şahıs bazında halifedir. Yatay ile dikey boyutların buluşmasına biz hilafet rejimi diyoruz. Bazıları hilafetten sadece halifeyi anlıyor. Bu Selefilik akımına bağlı Camiye fırkasının anlayışıdır. Yöneticilere karşı çıkmayı zinhar yasaklıyorlar. Yöneticileri uygulamacı değil temel yapıyorlar. Pratisyen değil teorisyen sayıyorlar. Raşit halifeler pratisyen oldukları kadar teorisyen de sayılırlar. Bu tez, yöneticiler ümmete hesap vermedikçe ve çıkarlarını korumadıkça sıhhat isabet ve istikamet bulamaz. Ümmet hesaba çekme merciidir. Halifenin meşruiyeti ümmetin onay vermesiyle sağlanır. İstibdat yoluyla ümmetin susturulmasıyla değil. Her kademede meşveret esastır. Zaruret olmadıkça bundan sapılmaz.
Somut olarak boşluk ne anlama gelmektedir? İslamiyet hem maddi hem de manevi medeniyeti temsil eder. Maddi medeniyet maneviyattan koparsa vahşete ve canavarlığa dönüşür. Nitekim de öyle olmaktadır. Hüsnü Aktaş’ın ifadesiyle medeni vahşet üretmektedir! Hilafetin kaldırılması yeryüzü denkleminden Müslümanların çıkarılması demek ise de Müslümanların vazifelerini yapamaz hale gelmesiyle dünya da dengesini yitirmiştir. Ebu’l Hasan en Nedevi bir kitabıyla bunu çok veciz ifade etmiştir: Müslümanların gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti? Batı ve dünya manevi üstatlarını kaybetmişlerdir. Modern Düşünce ve Batı Emperyalizmiyle İlişkisi adlı eserin yazarı Muhammed el Behiy hilafetin ortadan kaldırılmasıyla birlikte Müslümanların iki yakasının açıldığını ve Filistin gibi ortak meselelerin yattığını, sahipsiz ve havada kaldığını ifade etmiştir. Hilafetin kaldırılmasının getirdiği siyasi felaketlerden bazıları bunlardır. Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın kaybedilmesi bunlardan en önemlisidir. Ümmetin ve halifesinin yokluğunda Filistin meselesi felaketten felakete sürüklenmiştir. Yahudiler de böbürlendikçe böbürlenmiştir. Bu mesele Müslümanların zavallılıklarına tercüman olmaktadır.
İngilizler Müslümanlar karşısında Yahudileri aracı millet haline getirmek istemişler ve onları Müslümanların üzerine salmış ve musallat etmişlerdir. İngilizlerin himayesinde gelişen Siyonizm sonra Amerikan çarklarının hizmetine girmiştir. İsrail’in beka garantisi Müslümanların bir araya gelmemesidir. Bunun yolu da hilafetin ihyasının engellenmesinden geçmektedir. Bugün Batılı fikir erbapları bu nedenle yıkılan hilafet karşısında bekçilik görevlerini sürdürmektedir. Onun yeniden dirilişini geciktirmeye veya önlemeye çalışıyorlar. Kissinger, Brzezinski ve Bernard Lewis gibi Yahudi çarklarının ürettiği siyasiler ya da akademisyenler sürekli olarak kendileri açısından hilafetin arz ettiği tehlikeyi nazara veriyorlar. Bir de bu tehlikeyi somutlaştırmak için IŞİD gibi korkuluklar üretiyorlar.
Dünya sisteminin efendileri olan Müslümanlar çöküntü asırlarında parya haline geldiler. Lakin batılılar hala onun karaltısından ve gölgesinden ürküyorlar. İslam’a karşı ahzap kuşatması gibi küresel bir kuşatmayı ayakta tutmaya çabalıyorlar. Merkez üssünde İsrail ile ABD var. Hilafet zayıfladığında bile dağınık Müslümanlara siyanet kanatlarını gerebiliyordu. Kırım’dan Bosna’dan ve benzeri yerlerden çekildiklerinde bile halifenin siyasi olmasa bile manevi otoritesi Müslümanlara kol kanat gerebiliyordu.
Merhum Faslı Ali Muntasır Kettani ve benzerlerinin çalışmalarının ortaya koyduğu veçhile yerkürede Müslümanların üçte birine yakını hala azınlık statüsünde bulunmaktadır. Tek başına Hindistan’da bile 200 ile 250 milyon arasındaki Müslüman azınlık statüsündedir. Doğu Türkistan, Myanmar, Tayland böyledir. Müslümanlar sadece azınlıklar olarak yaşamıyorlar yeryüzünde hilafet bağıyla birbirlerine kenetlenemedikleri ve bağlanamadıkları için darmadağın haldeler. Birbirlerine sarılmadıkları için şevketleri bulunmuyor ve dış tehditlere karşı savunmasız, biçare ve sırtları açık halde bulunuyorlar. Adeta dünya kurtlar sofrası Müslümanlar da bu sofrada yenilmek için sıralarını bekleyen zümreler.
Yahudiler diaspora yani dağınık olarak yaşadıkları günlerde ‘gelecek yıl Yeruşelim’de buluşalım’ diye sözleşiyorlardı. Özlemleri onları diri tutuyordu. Müslümanlar da bugün Yahudiler gibi siyaseten dağınıklar. Yeruşelim’de buluşmaya davetlidirler. Kıyamet öncesinin provası orada icra edilecektir. Kudüs birlik berberlik sisteminin ya da hilafetin yeniden kurulmasının parolasıdır. Nitekim hadiste ‘hilafet Kudüs’e indiğinde’ denilmektedir. Aliyyu’lKari Mirkatu’l Mefatih Şerhu Mişkatü’l Mesabih adlı hadis mecmuasında 5449 sayılı hadiste mealen şu hadisi önümüze koymaktadır:
Ey İbni Havale: Hilafetin Kutsal topraklara indiğini gördüğünde depremler ve belalar ve büyük işler yaklaşmıştır. O gün kıyamet insanlara bu iki elimin kafana yakınlığından daha yakındır.
Hilafetin yenilenmesi için bütün yollar Kudüs’e çıkıyor!
Yahudilerden sonra Kudüs’ü hatırlama ve özleme vakti Müslümanlara geldi. Kudüs seni unutursam, ellerim kurusun!
Totaliter siyasi sistemle felsefi pozitivist sistem senkroniktir ve birbirlerini izlemiş ve beslemişlerdir. 100 yıllık boşluktan sonra şimdi bunlara veda etme zamanındayız.
Boşlukta devreden yüzyıl felsefi olarak pozitivist, siyasi olarak totaliter ve İslami olarak da cemaatler çağı olmuştur. Hepsi miadını doldurmuştur. Yeni dönemde raşit halife/ler çağıyla buluşmak üzere.