eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Karla Karışık Yağmurlu
4°C
Ankara
4°C
Karla Karışık Yağmurlu
Cuma Açık
3°C
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Yağmurlu
5°C
Pazartesi Az Bulutlu
4°C

Bizim neyimiz eksik?

Bizim neyimiz eksik?

PROF. DR. AHMET KAĞAN KARABULUT

Yazının başlığına bakınca bir anda aklımıza ne kadar da çok şey geliyor değil mi?

Eğer gelmiyorsa asıl felâket de orada başlıyor demektir. Eksiğini bilen, eksikliklerin farkında olanlar ancak eksiğini gidermeyi ve daha fazlasını talep etmeyi isteyebilirler.

Öğretimin yanı sıra eğitimin de öneminin sıklıkla vurgulanmaya nihayet başlandığı bu günlerde “neyimiz eksik?” ve “neye ihtiyacımız var?” sorularının yeniden gündemimize gelmesi ve üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.

Eskiden “milli mefkûre” diye bir kavramdan bahsedilir, bunun üzerine kafa yorulur ve genç neslin “milli mefkûre” sahibi olması gerektiğinden, millet olarak yükselmek ve ileri gitmenin yolunun ilk kilometre taşının bu olduğundan söz edilirdi.

Milli bilincin, milli kültürümüzün, milli kalkınma hedeflerinin, birey olarak bu hedefleri gerçekleştirmek için her birimizin omzuna yüklenen sorumlulukların neler olduğu, büyük ülkü ve ideallere sahip olunmadan hiçbir yere varılamayacağı, her bir genç bireyin bir mesuliyet veya vazife ile karşı karşıya kaldıklarında; Üstad Necip Fazıl’ın da tabiri ile “sağına soluna bakmadan, ben varım!” diyebilecek bir cesarette olması gerektiği kalplerimize ve beyinlerimize yerleştirilmeye çalışılırdı.

Bugün ise maalesef, ne bu idrâki ne de bu cesareti yeni nesilde yeterince göremiyor ve hissedemiyoruz.

Oysa ünlü düşünür Goethe der ki “malını kaybeden, bir şey kaybetmiştir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir, fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir”. Ne ülkemizin içeride ve dışarıda yaşadığı sorunları anlayacak ve tanımlayacak fikri alt yapı, şuur ve isteğe, ne de bu sorunlara çözüm üretebilmek için yeterince bilgi, azim, kararlılık ve cesarete sahip bir gençlik göremiyoruz maalesef.

Bir daha ele geçmeyecek olan çok kıymetli zamanını; internet kafelerde, cep telefonlarının tuşlarında anlamsız ve amaçsız mesajlar yazarak, televizyonlarda habire özendirilen seviyesizlikleri izleyerek, anlamsız ve hepimizi aptal yerine koyan beşinci sınıf programları seyrederek, kültürümüze, örf ve adetlerimize yabancı sözüm ona sanatçı tabir edilen birilerinin konserlerinde harcayan bir nesil var karşımızda. 

Ne “biz kimiz?” diyorlar, ne “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” diyorlar, ne de “ne için yaratıldık, bu dünyaya geliş gayemiz ne?” diye soruyorlar, sorguluyorlar. Baştan kabul etmek gerekir ki bu hilkat garibesi eser (!) hepimizin eseri.

Bizler vurdumduymazlığımızın, egosentrik hezeyanlarımızın, narsist tavır ve davranışlarımızın, akıl almaz bir tüketim çılgınlığının bu kadar esiri olmuşken, bizi biz yapan, bizi insan ve millet yapan değerlerimizden bu kadar uzaklaşmışken, evlatlarımızdan neyi bekleyebiliriz ki zaten?

Toplum olarak sistematik bir şekilde sürekli olarak uyutuluyor, düşünmekten ve sorgulamaktan alıkonuluyor, başkalarının aklıyla düşünüp, başkalarının bize çizdiği modelleri hayat diye yaşamaya çalışıyoruz. Öncelikle kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekiyor.

Büyük idealleri olmayan, bu ideallerin peşinde koşmayan milletler, büyük oyuncuların küçük oyunlarının piyonu olmaktan bir adım bile öteye gidemezler zira.

Diğer taraftan da biz, bu gençlerden birazcık aklı başında olanlara da diyoruz ki “sen sakın düşünme, sen sakın akıl etmeye çalışma, biz ya da birileri senin yerine düşünür, akıl eder, doğru olanı bilir ve yapar, sen de onu takip ederek en güzel noktaya dünyada da, ahirette de varırsın (!)”.

Bu ne biçim bir densizliktir, bu ne biçim bir beyin yıkamadır, bu; bireyi bizzat muhatap alarak “siz akıl etmez misiniz?” diye defalarca emreden Yüce Yaratanımıza karşı nasıl bir kalkışmadır? Anlamak ve izah etmeye çalışmak beyhude gibi görünüyor.

Halbuki, düşünmeyi, akıl etmeyi, araştırmayı, ulaşmayı, inanmayı ve sonrasında da bilgi ve fikir sahibi olmayı, buna bağlı olarak ülkü ve ideal sahibi olmayı, bu ideali dile getirecek cesaret, o yolda yürüyecek azim ve irade sahibi olmayı öğretmemiz gerekmiyor muydu gençlerimize?

Bize “hür ve müstakil” düşünebilen, kendi iradelerini başkalarının iradelerinin zebunu haline getirmeden akıl edip inanabilen, inandıklarını ve ilke edindiklerini hayatına aksettirebilen, çalışkan, azimli, seviyeli, seciyeli ve hakikaten “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller gerek.

İnanıyor ve ümit ediyoruz ki; güneş bir gün “Alınlarındaki nur ile karanlığı parçalayan, yüreklerindeki sönmeyen ateşle buz kesmiş yeryüzünü ısıtan, gönüllerindeki sızı ile mazlumlara ümit olan, fikirlerindeki incelik, duruşlarındaki zarafet ile numuneyi imtisal, müktesebatları ile cehaleti ortadan kaldıran, basiret ve ferasetleri ile şeytan siretlilerin oyunlarını bozan, şecaat ve cesaretleri ile Allah düşmanlarının kalplerine korku salan, omuzlarındaki kadim mesuliyetin idrakinde” Anadolu Evlatlarının üzerine doğacak, yeni bir dünyaya ümit olacak “Hak ve Adalet” temelli “Yepyeni Bir Medeniyet” o yiğitlerin omuzlarında yükselecek inşallah…

Böyle bir neslin yetiştirilmesi, geleceğimizin yegâne teminatı olacaktır ve bu amaçla bir an önce, hiç vakit kaybetmeksizin milli bir seferberlik başlatılmalı, tüm devlet kurumları ve sivil toplum örgütleri bu gayretin bir parçası olmalıdır.

Aksi takdirde, eğer böyle devam ederse, karnı tok, sırtı pek, ama amaçsız, acımasız, cahil, sıradanlaşmış, basit zevk ve heveslerinin esiri olmuş, kendinden ve dünyadan, en korkuncu da hesap gününden ve ahiretten bihaber bir güruha geleceğimizi teslim etmek zorunda kalacağız demektir ki ülkemiz ve milletimiz için bundan daha büyük bir felaket düşünemiyorum.

Dolayısıyla diyorum ki; mesuliyetini müdrik beyler, haydi iş başına…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.